Muğla Yatağan'da ne fabrikası var ?

Ilayda

New member
Muğla Yatağan’da Ne Fabrikası Var? Dumanın Altında Unutulmuş Bir Hikâye

Selam dostlar,

Bu akşam rüzgâr biraz serin, pencerenin kenarından gelen kömür kokusuna karışmış ıhlamur buharı eşliğinde yazıyorum bu satırları. Yıllardır içimde bir hikâye var — Muğla’nın Yatağan ilçesine dair. Belki içinizden biri orayı sadece haritada görmüştür, belki içinden geçmişsinizdir, ama ben size o toprakların dumanla, umutla ve insanla yoğrulmuş bir hikâyesini anlatmak istiyorum.

Yatağan’ın Kalbi: Bacalar Arasında Büyüyen Bir Kasaba

Yatağan denince akla ilk gelen şey, kömür kokusuna bulanmış o dev bacalardır. Evet, orada bir termik santral vardır. 1982’de faaliyete geçmiş, yıllarca Türkiye’nin enerji damarlarından biri olmuş bir fabrika. Yatağan Termik Santrali…

Ama bu sadece bir enerji santrali değildir; o bacalardan çıkan dumanlar, o ilçenin insanlarının alın teri, çocukların geleceği, kadınların duası, erkeklerin sessiz mücadelesiyle yoğrulmuştur.

İşte hikâye burada başlıyor.

Hikâyenin Adamı: Mehmet Usta ve Demirin Sesi

Mehmet, Yatağan’da doğmuş, büyümüş, santral bacalarıyla yaşıt bir adamdı. Babası da orada çalışmış, “duman altında ekmek kazanmak da bir şereftir” dermiş hep. Mehmet, babasından kalan mavi tulumu yıllarca sakladı; çünkü o tulum, bir meslekten fazlasını temsil ediyordu — sabrı, emeği ve kömür tozuyla yoğrulmuş bir onuru.

Sabah beşte kalkar, santralin kapısından içeri girerken sigarasını yarısına kadar içerdi. “Bugün de enerji üretelim, memleket ısınsın” derdi kendi kendine.

Erkeklerin çoğu gibi çözüm odaklıydı; fabrikanın çalışmayan sistemine söylenmez, tamir ederdi.

Bir gün makine arıza yaptı, tüm vardiya durdu. Herkes panik içinde ne yapacağını düşünürken, Mehmet eline tornavidayı aldı ve “Durun, sistemin kalbi tıkanmış, hava akışı tersine dönmüş” dedi. Onun sakinliği o an herkese moral olmuştu.

Ertesi gün müdür onu yanına çağırdı:

> “Senin gibi adamlar bu fabrikanın omurgası Mehmet. Dumanı değil, emeği taşıyorsun bu şehre.”

Ama işin öteki yüzünde, o dumanların her nefeste biraz daha kısalan hayatlar, sessiz hastalıklar ve bir kadının yüreği vardı.

Kadının Hikâyesi: Zeynep’in Nefesinde Taşınan Sevda

Zeynep, Mehmet’in eşi. Onun elleri kömür değil, sabun kokardı. Her sabah Mehmet işe giderken balkondan el sallar, ardından gökyüzüne bakardı. Gökyüzü ne zaman griye dönerse, içi de öyle olurdu.

Köydeki kadınlar arasında “duman ciğere işler, dua kalbe işler” denirdi. O da öyle yapardı — her akşam dua eder, bacalardan çıkan gri dumanlara bakarak içinden şöyle geçirirdi:

> “Bir gün bu dumanlar diner mi Mehmet? Bu şehir nefes alır mı?”

Zeynep, erkeklerin stratejik yaklaşımına karşı bir empatiyle yaklaşırdı hayata. O, çözüm aramak yerine, anlam arardı.

Bir gün fabrikada küçük bir patlama oldu. Haber köye ulaşınca herkes koştu. Zeynep’in gözleri dumanların arasında bir siluet arıyordu. Mehmet çıktı ama yaralıydı. Yine de gülümsedi:

> “Korkma Zeynep, ben bacayı durdurdum ama kalbimi değil.”

O an Zeynep ağlamadı. Çünkü ağlamak, dumanın altındaki kadınlar için lükstü. Onlar dualarla, sabırla yaşarlardı.

Yatağan’ın Hikâyesi: Dumanla Başlayan Dönüşüm

Yıllar geçti, teknoloji gelişti, çevre duyarlılığı arttı. Yatağan Termik Santrali artık eski yöntemlerle değil, daha temiz sistemlerle çalışmaya başladı. Filtreleme teknolojileri, karbon salınımını azaltan sistemler devreye alındı.

Ama asıl değişim, insanlarda oldu. Artık gençler sadece fabrika işçisi olmak istemiyordu. Kimi turizmde çalışmak, kimi yazılım öğrenmek istiyordu.

Mehmet’in oğlu Ali, üniversiteyi kazandığında babasına şöyle dedi:

> “Baba, ben enerji üreteceğim ama güneşten. Senin dumanını bulut yapacağım.”

O cümle, Mehmet’in gözlerini doldurdu. Çünkü biliyordu: O bacalar bir gün susacak, ama emeğin sesi kalacaktı.

Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Empatisi: Yatağan’ın İki Yüzü

Yatağan, iki yönlü bir hikâye taşır:

Bir tarafı çarkların, metallerin, planların dünyası — erkeklerin stratejik aklıyla yürür.

Diğer tarafıysa çocukların, kadınların, dua eden annelerin — empatiyle, sabırla yoğrulmuş kalpleriyle döner.

Erkekler fabrikanın sistemini çözerken, kadınlar insanın iç sistemini onarır.

Yatağan’da kadınlar, sadece eş değil, yaşamın sigortası gibidir. Her sabah evden çıkan adama güç, her akşam eve dönen adama umut verirler.

Bugün Yatağan’da Ne Var?

Bugün hâlâ o santral orada, ama yanında artık güneş panelleri de var.

Artık kömür dumanı kadar umut ışığı da görülüyor o dağların arasında.

Yatağan sadece bir fabrika değil; Türkiye’nin enerji tarihinin canlı bir tanığı.

Ve orada yaşayan insanlar hâlâ “çalışmak” kelimesini sadece geçim değil, yaşam biçimi olarak görür.

O topraklarda bir kahve içseniz, biri mutlaka size şöyle der:

> “Bacalar tütmese ekmek olmaz, ama dua da eksik kalmaz.”

Forumdaşlara Soruyorum: Dumanın Altında Yaşamak Zor mu, Yoksa Gurur mu?

Belki aranızda Yatağanlı vardır, belki yolu düşen olmuştur. Sizce bir yerin hikâyesini bacaları mı anlatır, yoksa orada yaşayan insanların gözleri mi?

Mehmet’in, Zeynep’in, Ali’nin hikâyesi sadece Yatağan’ın değil; bu ülkenin, bu toprakların hikâyesi.

Peki siz ne düşünüyorsunuz forumdaşlar?

Bir fabrikanın bacası tüterken, bir kalbin de dumanı tüter mi?

Yoksa insan, çalıştığı yerle birlikte mi yanar, oradan güç alarak mı yaşar?

Söz sizde...

Belki siz de Yatağan’ın hikâyesine bir cümle eklersiniz.