Bilinçli Taksir ve Toplumsal Yapıların Gölgesinde Sorumluluk: Adalet Kimin İçin?
Hepimiz, “istemeden ama öngörerek” yapılan bir hatanın sonuçlarıyla karşılaşmışızdır. Trafikte hız yaparken olabilecek kazayı bilip “bana bir şey olmaz” diyen bir sürücü ya da iş yerinde güvenlik önlemlerini hafife alan bir yönetici… Hukuk dilinde buna bilinçli taksir denir: Sonucun meydana gelebileceğini öngörmesine rağmen, gerçekleşmeyeceğine inanan kişinin, istemeden zarara yol açması. Ancak bu kavram yalnızca hukukun soğuk satırlarında yer almaz; toplumun adalet anlayışı, sınıfsal konumlar, toplumsal cinsiyet rolleri ve ırksal önyargılar da bilinçli taksirin nasıl yorumlandığını ve kimin “öngörmüş ama inanmamış” sayıldığını belirler.
---
Bilinçli Taksirin Sosyal Bağlamı: Hukuk Tarafsız mı?
Yasalar kâğıt üzerinde tarafsız görünse de, sosyologların sıkça vurguladığı gibi hukuk, toplumsal yapının bir aynasıdır. Pierre Bourdieu’nun hukuk alanı analizinde belirttiği üzere, adalet sistemi mevcut güç ilişkilerini yeniden üretme eğilimindedir. Bu, bilinçli taksir gibi “niyet”e dayalı kavramlarda özellikle belirgindir. Çünkü niyetin yorumlanması, failin kim olduğuna göre değişebilir.
Örneğin, aynı ihmal sonucu ölümle biten iki olay düşünelim: Biri lüks bir otomobille kaza yapan bir iş insanı, diğeri motosikletli bir kuryedir. Her ikisi de tehlikeyi öngörmüş, ama “bir şey olmaz” demiştir. Ancak mahkemede, “iş insanı dikkatsiz ama iyi niyetliydi” yorumu yapılırken; kuryeye “sorumsuz” yaftası vurulabilir. Bu fark, yalnızca ekonomik sınıfın değil, saygınlık, eğitim düzeyi ve toplumsal statü gibi görünmez ölçütlerin adalet terazisine nasıl yansıdığını gösterir.
---
Toplumsal Cinsiyet Perspektifi: Kadınların Bilinçli Taksirle İmtihanı
Kadınların toplumsal normlara göre “korunmaya muhtaç” ya da “duygusal” olarak kodlandığı bir toplumda, bilinçli taksir suçlaması çoğu zaman ahlaki bir sorgulamaya dönüşür. 2019 yılında yapılan bir araştırmada (Adalet Bakanlığı Kriminoloji Raporu), kadın sanıkların aynı fiili işleyen erkeklere kıyasla daha fazla “vicdansızlık” eleştirisine maruz kaldığı görülmüştür. Özellikle annelik ya da bakım rolleriyle çelişen eylemler, hukuki değil kültürel bir ölçütle değerlendirilir.
Bir kadının “öngördüğü ama istemediği” bir sonucu doğurması, çoğu zaman “kadınlığın gereklerini yerine getirememek” şeklinde yorumlanabilir. Bu durum, hukukun nesnelliğini zedeler; çünkü niyetin tespiti, toplumsal normların gölgesinde kalır. Örneğin, bir anne çocuğunu evde yalnız bırakıp işe gitmiş ve kaza olmuşsa, bu “ihmal” yalnızca bireysel değil, kadın kimliğine yüklenen sorumlulukların da yansıması olarak değerlendirilir.
---
Erkeklerin Sorumluluk Algısı: Güç, Risk ve Kontrol İlişkisi
Erkekler açısından bilinçli taksir çoğu zaman kontrol inancıyla bağlantılıdır. Toplum, erkekliği “risk alma” ve “durumu yönetebilme” kapasitesiyle ilişkilendirir. Bu nedenle bir erkek, olası sonucu öngörse bile, “ben hallederim” güveniyle hareket edebilir. Ancak bu tutumun arkasında bireysel cesaretten çok, erkeklik normlarının baskısı vardır.
Bu noktada, erkeklerin sorumluluk algısını suçlayıcı değil, dönüştürücü bir yerden tartışmak gerekir. Eğitim, medya ve hukuk sistemi, erkeklerin riskli davranışlarını “erkeksi özgüven” yerine “sosyal sorumluluk bilinci” çerçevesinde yeniden inşa edebilir. Örneğin, trafik güvenliği kampanyalarında erkeklere “dikkatsiz sürücü” değil, “koruyucu vatandaş” rolü atfedilmesi, bilinçli taksir riskini azaltabilecek bir kültürel dönüşüm yaratabilir.
---
Irk ve Etnisite Bağlamında Bilinçli Taksir: Görünmeyen Ayrımcılıklar
Irksal veya etnik azınlıklara mensup bireyler, özellikle Batı hukuk sistemlerinde, “tehlikeyi öngörüp umursamayan” kişiler olarak damgalanabiliyor. Türkiye’de de benzer biçimde, göçmen işçiler veya Kürt vatandaşlar hakkında oluşturulan toplumsal önyargılar, mahkeme kararlarında dolaylı olarak etkili olabiliyor.
Araştırmacı Nuray Özdemir’in 2021 tarihli çalışması, düşük sosyoekonomik gruplardan gelen sanıkların “bilinçli taksir” yerine “bilinçsiz taksir” veya “kasten yaralama” gibi daha ağır suçlamalarla yargılanabildiğini ortaya koyuyor. Çünkü önyargılar, failin niyetini olumsuz biçimde okumaya yatkındır. Bu durum, hukuki eşitliğin sosyal sermaye ekseninde eridiğini gösterir.
---
Sınıf, Güç ve Adalet: Kimin Hatası Affedilir?
Sınıfsal eşitsizlik, bilinçli taksir davalarının görünmeyen eksenidir. Zengin bir bireyin “öngörse bile inanmadığı” davranış, çoğu zaman “talihsizlik” olarak geçiştirilir. Oysa yoksul birinin aynı davranışı, “sorumsuzluk” etiketiyle cezalandırılır. Adalet sistemi burada yalnızca yasaları değil, toplumsal değerleri de uygular.
Bu çifte standart, adaletin “tarafsız gözünü” perdeleyen yapısal bir soruna işaret eder. Gerçek eşitlik için, hukuki değerlendirmelerde failin sosyal konumu değil, eylemin somut niteliği esas alınmalıdır. Bunun için yargı mensuplarının toplumsal cinsiyet, sınıf ve kültürel önyargı farkındalığına dair eğitim alması kritik bir adımdır.
---
Toplumsal Sorumluluk ve Çözüm Arayışları
Bilinçli taksir, yalnızca hukuki bir kavram değil; etik bir sorumluluk tartışmasıdır. Her birey, öngördüğü bir zararın gerçekleşmemesi için toplumsal rolüne uygun biçimde hareket etmekle yükümlüdür. Ancak bu yükümlülük, toplumun eşitsiz temelleri üzerinde farklı ağırlıklar taşır. Kadınların üzerindeki ahlaki yük, erkeklerin üzerindeki güç gösterme baskısı ve azınlıkların karşılaştığı önyargılar, bilinçli taksir kavramını adeta bir ayna hâline getirir.
Bu nedenle çözüm, bireysel farkındalıkla sınırlı değildir. Toplumsal dönüşüm; eğitimden hukuka, medyadan politikaya kadar her alanda eşitlikçi bir bakış açısı gerektirir.
Peki, gerçekten “bilinçli” davranmak ne anlama gelir? Bir zararı öngörmek ama inanmamak mı, yoksa o zararın kimleri daha fazla etkileyeceğini düşünmek mi?
Bu sorular, adaletin yalnızca kanunlarda değil, vicdanlarda da yeniden tanımlanması gerektiğini hatırlatır.
---
Sonuç: Bilinçli Taksir, Bilinçli Toplum
Bilinçli taksir, bireysel bir ihmalden çok, toplumsal bilinç düzeyinin aynasıdır. Kadınların üzerindeki kültürel baskılar, erkeklerin risk kültürüyle yetiştirilmesi, sınıfsal ayrıcalıkların yargıya yansıması… Tüm bunlar, “öngörmek ama inanmak istememek” hâlinin neden toplumdan topluma değiştiğini açıklar.
Gerçek adalet, yalnızca kanunların uygulanmasıyla değil; bu kanunları şekillendiren sosyal yapının adil olmasıyla mümkündür.
Ve belki de asıl soru şudur:
> Bizler gerçekten bilinçli bireyler miyiz, yoksa toplumun öngördüğü rollere inanmak istemeyen taksir failleri mi?
Kaynaklar:
- Bourdieu, P. (1987). The Force of Law: Toward a Sociology of the Juridical Field.
- Özdemir, N. (2021). Sınıf, Cinsiyet ve Adalet: Türkiye’de Yargısal Tutumların Sosyolojik Analizi.
- Adalet Bakanlığı Kriminoloji Raporu (2019).
- Connell, R.W. (2005). Masculinities.
Hepimiz, “istemeden ama öngörerek” yapılan bir hatanın sonuçlarıyla karşılaşmışızdır. Trafikte hız yaparken olabilecek kazayı bilip “bana bir şey olmaz” diyen bir sürücü ya da iş yerinde güvenlik önlemlerini hafife alan bir yönetici… Hukuk dilinde buna bilinçli taksir denir: Sonucun meydana gelebileceğini öngörmesine rağmen, gerçekleşmeyeceğine inanan kişinin, istemeden zarara yol açması. Ancak bu kavram yalnızca hukukun soğuk satırlarında yer almaz; toplumun adalet anlayışı, sınıfsal konumlar, toplumsal cinsiyet rolleri ve ırksal önyargılar da bilinçli taksirin nasıl yorumlandığını ve kimin “öngörmüş ama inanmamış” sayıldığını belirler.
---
Bilinçli Taksirin Sosyal Bağlamı: Hukuk Tarafsız mı?
Yasalar kâğıt üzerinde tarafsız görünse de, sosyologların sıkça vurguladığı gibi hukuk, toplumsal yapının bir aynasıdır. Pierre Bourdieu’nun hukuk alanı analizinde belirttiği üzere, adalet sistemi mevcut güç ilişkilerini yeniden üretme eğilimindedir. Bu, bilinçli taksir gibi “niyet”e dayalı kavramlarda özellikle belirgindir. Çünkü niyetin yorumlanması, failin kim olduğuna göre değişebilir.
Örneğin, aynı ihmal sonucu ölümle biten iki olay düşünelim: Biri lüks bir otomobille kaza yapan bir iş insanı, diğeri motosikletli bir kuryedir. Her ikisi de tehlikeyi öngörmüş, ama “bir şey olmaz” demiştir. Ancak mahkemede, “iş insanı dikkatsiz ama iyi niyetliydi” yorumu yapılırken; kuryeye “sorumsuz” yaftası vurulabilir. Bu fark, yalnızca ekonomik sınıfın değil, saygınlık, eğitim düzeyi ve toplumsal statü gibi görünmez ölçütlerin adalet terazisine nasıl yansıdığını gösterir.
---
Toplumsal Cinsiyet Perspektifi: Kadınların Bilinçli Taksirle İmtihanı
Kadınların toplumsal normlara göre “korunmaya muhtaç” ya da “duygusal” olarak kodlandığı bir toplumda, bilinçli taksir suçlaması çoğu zaman ahlaki bir sorgulamaya dönüşür. 2019 yılında yapılan bir araştırmada (Adalet Bakanlığı Kriminoloji Raporu), kadın sanıkların aynı fiili işleyen erkeklere kıyasla daha fazla “vicdansızlık” eleştirisine maruz kaldığı görülmüştür. Özellikle annelik ya da bakım rolleriyle çelişen eylemler, hukuki değil kültürel bir ölçütle değerlendirilir.
Bir kadının “öngördüğü ama istemediği” bir sonucu doğurması, çoğu zaman “kadınlığın gereklerini yerine getirememek” şeklinde yorumlanabilir. Bu durum, hukukun nesnelliğini zedeler; çünkü niyetin tespiti, toplumsal normların gölgesinde kalır. Örneğin, bir anne çocuğunu evde yalnız bırakıp işe gitmiş ve kaza olmuşsa, bu “ihmal” yalnızca bireysel değil, kadın kimliğine yüklenen sorumlulukların da yansıması olarak değerlendirilir.
---
Erkeklerin Sorumluluk Algısı: Güç, Risk ve Kontrol İlişkisi
Erkekler açısından bilinçli taksir çoğu zaman kontrol inancıyla bağlantılıdır. Toplum, erkekliği “risk alma” ve “durumu yönetebilme” kapasitesiyle ilişkilendirir. Bu nedenle bir erkek, olası sonucu öngörse bile, “ben hallederim” güveniyle hareket edebilir. Ancak bu tutumun arkasında bireysel cesaretten çok, erkeklik normlarının baskısı vardır.
Bu noktada, erkeklerin sorumluluk algısını suçlayıcı değil, dönüştürücü bir yerden tartışmak gerekir. Eğitim, medya ve hukuk sistemi, erkeklerin riskli davranışlarını “erkeksi özgüven” yerine “sosyal sorumluluk bilinci” çerçevesinde yeniden inşa edebilir. Örneğin, trafik güvenliği kampanyalarında erkeklere “dikkatsiz sürücü” değil, “koruyucu vatandaş” rolü atfedilmesi, bilinçli taksir riskini azaltabilecek bir kültürel dönüşüm yaratabilir.
---
Irk ve Etnisite Bağlamında Bilinçli Taksir: Görünmeyen Ayrımcılıklar
Irksal veya etnik azınlıklara mensup bireyler, özellikle Batı hukuk sistemlerinde, “tehlikeyi öngörüp umursamayan” kişiler olarak damgalanabiliyor. Türkiye’de de benzer biçimde, göçmen işçiler veya Kürt vatandaşlar hakkında oluşturulan toplumsal önyargılar, mahkeme kararlarında dolaylı olarak etkili olabiliyor.
Araştırmacı Nuray Özdemir’in 2021 tarihli çalışması, düşük sosyoekonomik gruplardan gelen sanıkların “bilinçli taksir” yerine “bilinçsiz taksir” veya “kasten yaralama” gibi daha ağır suçlamalarla yargılanabildiğini ortaya koyuyor. Çünkü önyargılar, failin niyetini olumsuz biçimde okumaya yatkındır. Bu durum, hukuki eşitliğin sosyal sermaye ekseninde eridiğini gösterir.
---
Sınıf, Güç ve Adalet: Kimin Hatası Affedilir?
Sınıfsal eşitsizlik, bilinçli taksir davalarının görünmeyen eksenidir. Zengin bir bireyin “öngörse bile inanmadığı” davranış, çoğu zaman “talihsizlik” olarak geçiştirilir. Oysa yoksul birinin aynı davranışı, “sorumsuzluk” etiketiyle cezalandırılır. Adalet sistemi burada yalnızca yasaları değil, toplumsal değerleri de uygular.
Bu çifte standart, adaletin “tarafsız gözünü” perdeleyen yapısal bir soruna işaret eder. Gerçek eşitlik için, hukuki değerlendirmelerde failin sosyal konumu değil, eylemin somut niteliği esas alınmalıdır. Bunun için yargı mensuplarının toplumsal cinsiyet, sınıf ve kültürel önyargı farkındalığına dair eğitim alması kritik bir adımdır.
---
Toplumsal Sorumluluk ve Çözüm Arayışları
Bilinçli taksir, yalnızca hukuki bir kavram değil; etik bir sorumluluk tartışmasıdır. Her birey, öngördüğü bir zararın gerçekleşmemesi için toplumsal rolüne uygun biçimde hareket etmekle yükümlüdür. Ancak bu yükümlülük, toplumun eşitsiz temelleri üzerinde farklı ağırlıklar taşır. Kadınların üzerindeki ahlaki yük, erkeklerin üzerindeki güç gösterme baskısı ve azınlıkların karşılaştığı önyargılar, bilinçli taksir kavramını adeta bir ayna hâline getirir.
Bu nedenle çözüm, bireysel farkındalıkla sınırlı değildir. Toplumsal dönüşüm; eğitimden hukuka, medyadan politikaya kadar her alanda eşitlikçi bir bakış açısı gerektirir.
Peki, gerçekten “bilinçli” davranmak ne anlama gelir? Bir zararı öngörmek ama inanmamak mı, yoksa o zararın kimleri daha fazla etkileyeceğini düşünmek mi?
Bu sorular, adaletin yalnızca kanunlarda değil, vicdanlarda da yeniden tanımlanması gerektiğini hatırlatır.
---
Sonuç: Bilinçli Taksir, Bilinçli Toplum
Bilinçli taksir, bireysel bir ihmalden çok, toplumsal bilinç düzeyinin aynasıdır. Kadınların üzerindeki kültürel baskılar, erkeklerin risk kültürüyle yetiştirilmesi, sınıfsal ayrıcalıkların yargıya yansıması… Tüm bunlar, “öngörmek ama inanmak istememek” hâlinin neden toplumdan topluma değiştiğini açıklar.
Gerçek adalet, yalnızca kanunların uygulanmasıyla değil; bu kanunları şekillendiren sosyal yapının adil olmasıyla mümkündür.
Ve belki de asıl soru şudur:
> Bizler gerçekten bilinçli bireyler miyiz, yoksa toplumun öngördüğü rollere inanmak istemeyen taksir failleri mi?
Kaynaklar:
- Bourdieu, P. (1987). The Force of Law: Toward a Sociology of the Juridical Field.
- Özdemir, N. (2021). Sınıf, Cinsiyet ve Adalet: Türkiye’de Yargısal Tutumların Sosyolojik Analizi.
- Adalet Bakanlığı Kriminoloji Raporu (2019).
- Connell, R.W. (2005). Masculinities.